Ana içeriğe atla

Yaşama Sanatı : HAYAT


“Yaşam, kaybetmeyi öğrenmektir. ” derlerdi bize. Ahmet Ümit bir kitabında bunu şöyle açıklamıştı :

“Kaybetme
maceramız daha ana karnından çıktığımızda başlar. Hiç emek harcamadan hüküm
sürdüğümüz, dünyanın en güvenli, en yumuşak korunağını, ana rahmini kaybederiz
önce. Bizden intikam almak için bekleyen dünya, sanki niye çıktın oradan
dercesine, gözlerimizi yakan ışıkları, kulaklarımızı tırmalayan gürültüsü,
sıcağı, soğuğu, açlığı, kiri, hastalığıyla saldırır üzerimize. Ama biz de öyle
kolay kolay pes etmeyiz. Kaybettiklerimizin yerine anında başka bir şey koyarız.
Hem cennetimizi yitirsek de o kutsal yerin sahibi olan annemiz bizimledir,
üstelik yanında bir de baba verilmiştir emrimize. Dışarıdaki dünyaya alışmaya
başlayınca kaybettiğimiz cenneti hemen unutuveririz. Ancak büyüdükçe annemiz de
babamız da bizden uzaklaşmaya başlar; onları kardeşlerimizle paylaştığımızı
anlarız. Kardeşimiz yoksa babayı anneyle, anneyi ise babayla paylaştığımızı fark
ederiz. Bize gösterilen ilgi günden güne azalır. Azalan ilgi dünyanın bizden
ibaret olmadığını gösteren bir uyarıdır aslında. Ama bu uyarıyı görmezden
geliriz. Düşler kurar, hayaller uydurur, kaybettiklerimizin yerine yenilerini
koyarak dünyayı kendimiz sanmayı, bu güzel yalana kanmayı sürdürürüz.
Yeniyetmelik çağınızda anne, baba sevgisinin yerini arkadaşlara duyulan bağlılık
alır. Arkadaşlarımızla hiç ayrılmayacağımızı düşünürüz. Keşke sonsuza kadar
böyle aynı mahallede, aynı okulda yaşasak diye dilekler tutar, birbirimize
sözler veririz ama yıllar birer birer arkadaşlarımızı elimizden alır. Ancak
yeryüzünde ne kadar kötülük varsa bizde de o kadar umut vardır. Ergenlikle
birlikte aşk denilen o büyülü, o rezil, o soylu, o kahraman, o korkak utançtan
kıpkırmızı olmuş bir yüzle çalar kapımızı. Aklımız birine takılır kalır. Bu kez
yaşamın merkezine onu her davranışın, her duygunun, her düşüncenin anlamını
anlarız. Kendimizi onun gözlerinde izleyip, bir benzerimizi bulduğumuzu sanarak,
dünyanın en güzel, en olmayacak, en aptal düşünü kurarız. Artık mutluluğu
yakaladığımızı sanırız. Şansı yol gidenler belki de mutluluğu yakalar, ama kısa
süreliğine geçmeden, koca bir kamyonun, küçük bir çocuğun bisikletini çiğneyip
geçmesi gibi gerçek dünya, düşlerimizi parçalayıp verir elimize. Yaşam o
kahrolası oyunlarından birini daha oynar bize. İlk sevgili ellerimizin arasından
kayıp, bilinmeyen sularda kaybolup gider. Bu serüvenden bize düşen ise,
dokunduğumuzda içten içe sızlayan bir yara gibi onun anısını sonsuza kadar
yüreğimizin en derin yerinde saklamaktır.
 İlk sevgiliyi yitiriş de bir uyarıdır aslında. Ömür tanrısı, gençliğin
geçici olduğunu sezdirmek istemiştir, ama bunun da farkına varmayız. Yeniden
âşık oluruz, olduğumuzu zannederiz, severiz, sevdiğimizi zannederiz ve
kaçınılmaz sonuç: evleniriz. Biriyle birlikte yaşarsak, yazgılarımızın
birleşeceğini, yazgılarımız birleşince de kaybetmekten kurtulacağımızı
zannederiz. Derken, çocuklarımız olur. Yaşam bir yandan alırken bir yandan da
vermektedir, diye düşünerek, kurnaz bir tüccar gibi kandırırız kendimizi. Oysa o
gözüpek yol arkadaşı, o deli dolu gençlik, bedenimizdeki gücü, tazeliği,
ruhlarımızdaki sert fırtınaları toparlayıp çoktan terk etmiştir bizi. Derken
annemiz, babamız en büyük ihaneti yapar; hangi yaşta olursak olalım, henüz
yeterince büyümediğimiz bir anda tek başımıza bırakıp giderler. Ağlarız,
yıkılırız, öfkeleniriz, kahrederiz, ama ne yapsak boşuna, ömür rendesi durmadan
bir şeyler eksiltecektir yaşamımızdan. Ta ki artık taşımakta zorlandığımız
yorgun bedenimizi, bıkkın ruhumuzu sonsuza dek teslim alana kadar.
 Ama tuhaftır kaybedeceğimizi bilsek de yine de yaşamayı sürdürürüz. Çünkü
hiçbir yerde yazılı olmayan o büyük yasa böyle demiştir. Çoğumuz kaybettiğimizin
bile farkına varmayız; her gün biraz daha azala azala yanmakta olan mum gibi
tükeniriz. Bazılarımızsa bu acı gerçeği fark eder. Fark edenlerden bir kısmı
kaybetmeye dayanamaz, oyunda yenildiklerini anlayınca mızıkçılık yapan çocuklar gibi, hem kendisinin hem de çevresindekilerin günlerini cehenneme çevirip,
mutsuzluk denizinde ağır ağır boğulup gider. Diğerleri ise bir gün yok
olacaklarından emin oldukları halde ne heyecanlarından ne umutlarından ne de
sevinçten vazgeçerler. Sonunda başlarına neler geleceğini bile bile  bu
güzel
maceranın her evresini, her anını merak eden bir çocuk gibi şaşarak ve hayretler
içinde kalarak yaşarlar.
 İnsanlar yaşamı asla mutluluğa indirgemezler, çünkü mutluluğa indirgenmiş
bir yaşam, yoksul geçirilmiş bir ömürdür. Yaşamı mutluluğa indirgeyenler de
ruhsal açıdan yoksul kimselerdir. Ruh bütünlüğünü kazanmış olanlar, yaşamı
acısıyla, mutluluğuyla, ihanetiyle çirkinliğiyle kabul edenlerdir. Onlar ki,
kaybetme sanatını öğrenmişlerdir, bu yüzden yaşama katlanabilme yeteneğini
geliştirmişlerdir.”

Düşünüyorum da en son ne zaman kaybettim bir şeyleri. Kaybetmeyi ben de öğrenmiş sayılırım. Ben bunun adına kaybetmek değil de yaşamak derim. Nefes alırım arada çıkan rüzgara. Rüzgara meydan okurum. Hayatla sevdiklerimi paylaşırım çünkü ben bencil bir insan hiç olmadım. Kaybedenler bencilliği zihninde ve ruhunda yaşayanlardır.
Sokağa çıktığında hayata yaşamayı öğretiyorsan, doğduğunda da bunlara alışmayı öğreneceksin. Hiç düşündün mü adım adım yürümeyi nasıl öğrendim diye? Bunu istemsizce öğrendin. Biz yürümeyi öğrenirken dimdik ayakta kalmayı da öğrendik. Severken nefret etmeyi de öğrendik. Hayata bir şeyler bağışla ki o da sana nimetlerini bağışlasın. Bencil insanları hayat sevmez unutma. Unuttukların elbet bir gün karşına çıkacak. Hani üstüne kum atacaklar. Tahtaların arasından gözüne kaçacak kum. Biz yaşamayı öğrenirken kaybetmeyi öğrendik. İsyana hoş bakmadık. Paylaşmayı anne ve babamız 2 yaşında öğretti bize. 6 yaşında uzaklaşmayı öğrendik. 12 yaşında büyümeyi öğrendik. Sevmeyi bir ömür boyu öğrendik. 70 yaşında vazgeçmeyi öğrendik. Biz aslında öğrenmek için öğrendik. Bunun adına da bir başlık bulduk; yaşamak. Yaşanılan yere hayat dedik. Yaşayana da insan...
Bilmediğimizi öğrendik. Aslında hiçbir şey öğrenmemişiz şimdi anlıyorum. Hiçbir şey öğrenilemeyen yere de Dünya dedik. Dünya ve yaşamı bir kenara bırakıp gidemedik. Artık yarım yamalak bildiğimiz bir şeyler vardı. Yaşamsız Dünya, Dünyasız insan olmuyormuş. Kelebek misali yaşıyormuş insan.
Kelebek Misali
Parlak ışıklar vuruyor. 
Bendeme kül olmuş duvarlar. 
Şehir şehir kokan çocuklar, 
Elimde kaldı sebepler. 

Koltuğa yapışmış bir tavan. 
Tavırlarım öldü üstüme. 
Sanki seni de yırttığım, 
Ağırlaşıp çöküp ittiğim, 
Duvarlarım çöktü üstüme. 

Bensizim de ben sensizim. 
Kabulsüzüm huzursuzum. 
Kelebeğin ömrü hep kısa. 
Zamanında çok geçtimi, 
Göğe kadar almış bulutlar. 
Ben sana mecburum bilemezdin. 

Bir başına kalmış şimdisi. 
Yarını öbür günü yılları. 
Saatine göre sıralı, 
Senden benden ve ondan başkası. 

Kalbim atar mısın bana? 
Şehir küser mi hiç sana? 
Denizsiz okyanusunda, 
Ötesi yok bana diyebilmeli. 

Köle oldum  bendeme. 
Bendeme kül olmuş duvarlar. 
Sebepsizim huzursuzum. 
Kelebeğin ömrü hep kısa. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çilek Kokusu Eda(İdil Sivritepe) Kimdir, Kaç Yaşında, Biyografisi

ÇİLEK KOKUSU EDA(İDİL SİVRİTEPE) KİMDİR? Star tv'nin yine yaza damga vuran sevilen gençlik dizilerinden biri olan Çilek Kokusu dizisi seyirciler tarafından ilgiyle izlenmeye devam ediyor. Dizideki karakterleri çok seven izleyiciler oyuncuları evlerinden biri gibi görmeye başladır. Onlarla birlikte seviniyor onlarla birlikte hüzünleniyor. Özellikle gençlerin fenomeni haline gelen dizide gençler dizinin ve oyuncularının sıkı takipçileri haline geldiler. Peki dizideki karakterleri canlardıran oyuncuların gerçekte kim olduklarını  biliyor musunuz. İşte tüm merak ettikleriniz. Çilek Kokusu dizisinde EDA karakterine hayat veren İdil Sivritepe Kimdir? Çilek Kokusu Eda Kimdir? İdil Sivritepe 1990 İzmir doğumludur. Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarı Arp bölümüne okuyor. Annesi Akordion müzisyeni olan İdil Sivritepe müziğede annesinin yönlendirmeleri sonucunda ilgi duymaya başlamış.2007-2008 tarihlerinde İzmir-İstanbul gibi büyük şehirlerde Konserlerde yer almış.2008 de İzmir Devlet Oper...

Kiralık Aşk Yasemin(Sinem Öztürk) Kimdir, Kaç Yaşında, Biyografisi

KİRALIK AŞK YASEMİN(SİNEM ÖZTÜRK) KİMDİR? Star tv'de yaz dizisi olarak ekranlara gelen Kiralık Aşk dizisi çok beğenildi. Dizideki karakterleri çok seven izleyiciler dizinin yayınlandığı günleri sabırsızlıkla bekliyor. Dizideki Defne karakteri kadar Yasemin karakterini de çok seven izleyiciler özellikle dizinin bayan takipçileri güzel oyuncunun yaşını boyunu, saç rengini vb. hakkında her şeyi öğrenmek istiyor. Dizide Yasemin karakteriyle karşımıza çıkan Sinem Öztürk Kimdir? İşte Sinem Öztürk hakkında merak ettikleriniz. Kiralık Aşk Yasemin Kimdir? Sinem Öztürk 1 Eylül 1985 İstanbul doğumludur. İstanbul Cağaloğlu Anadolu Lisesi mezunudur.Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde sinema bölümü bitirdi. TV ekranlarında Arka Sıralar isimli dizide canlandırdığı Gamze karakteriyle tanındı. Sonrasında birçok dizi ve film de yer aldı. Şimdilerde Star Tv de yayınlanan Kiralık Aşk Dizisinde Yasemin karakterini canlandırmaktadır. Sinem Öztürk Yaşı:  30 Sinem Öztürk  Boyu:  1....

Sevgiliye Uzun Özür Mesajları

Sayfa Açıklaması: Hazırlanan bu sayfada Sevgiliye Uzun Özür Mesajları yer almaktadır. Birini sevmek, ona deli gibi bağlanmak yalnız olan hayatını onunla birleştirip gelecek kurmak herkesin hayalidir.Gün olur kader kısmet biri çıkar karşınıza birden tutulursunuz aşık olursunuz kör kütük sarhoş olup onu düşünüp sabahları beklersiniz.Aşk işte böyle bir şeydir özel bir duygudur aklı götürdüğü gibi bir yanda dünyayı toz pembe görmenizi sağlar.Bazen olur olmaz şeylere kızıp sevdiğimiz insanı kırabiliriz.Tabi kırdığımız gibi tamir etmesini de bilmemiz gerek.Eğer sevgilinize yanlış bir şey söyleyip onu üzdüyseniz özür dileyerek ondan af dileyiniz. Şöyle güzel şık bir özür mesajı söylemek isterseniz sizler için en güzel özür mesajlarını bir araya topladık.Beğendiğiniz sözü sevgilinize gönderip ondan özür dileyebilirsiniz. EN GÜZEL SEVGİLİYE UZUN ÖZÜR MESAJLARI LİSTESİ: Özür dilerim. Nereden başlayacağım konusunda açıkçası hiçbir fikrim yok.  Düşünebildiğim en zor ve en zor özür bu, çünkü s...